12 Years A Slave

12 Years A Slave

İngiliz yönetmen Steve McQueen'den mühür niteliğinde bir film.

Blue is the Warmest Colour

Blue is the Warmest Colour

Abdellatif Kechiche'den 2013'ün en çarpıcı başyapıtı.

27 Ağustos, 2011

Spirited Away

Post-Modern Masalcı Dede
Ruh, Chiriro ve Cadı
Miyazaki.. İsmini bile söylemek onun, aslında yeterli.. Çünkü sadece bir tek filmini izledim ve şu an onu yorumluyorum. Fantastik-Animasyon dünyasının Anime ayağının en büyük filmi.. Spirited Away.


Alice bir tavşanı takip eder, alice tavşan deliğine düşer. Alice harikalar diyarına girer.. Bu film aslında bunun bir nevi Japoncası. Ama emin olun ki klasik alice hikayesinden çok çok ötede bir anlatımı var. Kare kare ilerleyen Anime filmlerinin en önemlisi olarak görünen bu eşsiz başyapıtı izlemeden önce hiç ama hiç tereddütüm yoktu. Çünkü 90’ların sonunda çocuk olan bir nesilden gelen ben, o yıllarda yayınlanan Pokemon hayranı olan ben, bu filmden referanslar doğrultusunda büyük işler beklemiştim. Ve tam 10 yıl boyunca “neden izlemedim” diye sordum kendime film bittiğinde. Böylesine bir dünyaya, Hayao Miyazaki’nin bu inanılmaz beynine neden daha önce kaydolmamıştım ki ? Keşke diye zaman kaybedeceğime bunları yazayım dedim.

Öylesine sürükleyici bir masal ki bu aslında.. Bir kız çocuğunun fantastik dünyaya girip kendini orada yetiştirmesi. Hemde tek başına ! Miyazaki’nin en iyi yaptığı iş olarak söylenen bu tarz, aslında tam bir hayat dersi de denilebilir. Şunu da söylemeden edemeyeceğim. Bu çocuk animelerinden birisi değil, asla değil hemde ! Ama Miyazaki onlara, yani çocuklara öyle bir şey öğretiyor ki bazı sahnelerde. Şiddet hayatın gerçeği, bununla elbet karşılaşacaksınız, başkasından duyacağınıza bu ak sakallı dededen duyun diyor aslında. Çok da doğru bir telkin. Bir kız çocuğum olsa ilk izleteceğim film bu olurdu ona.
Ejderha (!) ve Chiriro
Cadılar, kötü ruhlar, özgürlüğünü arayan “eski” insanlar, açgözlülük, hayata atılma, tevekkül, dostluk, aşk.. Miyazaki bir çocuğun küçük yaşında ne öğrenmesi gerekiyorsa hepsini öğretmen edasında öğretiyor. Ve bu film, daha doğrusu bu başyapıt, bir kız çocuğunun yabancı olduğu bir dünya karşısında kendini geliştirmesini en güzel şekilde anlatıyor. Hatta öylesine anlatıyor ki, bir ruh bile doğru yolu bulabiliyor. Hatta bir cadı bile. İşte iyiliğin, sevginin gücü aslında bu.

Film sonunda en çok merak ettiğim, Coen’lerin “saçma” filmlerindeki ortada kalan para hikayesi gibi ortada kalan Haka’nın hikayesi. Umarım iyidir, umarım kurtulmuştur cadının elinden :)
Cadının hamamı
Sonuç olarak, bu film kaçırmamanız gereken bir başyapıt, her anlamıyla profesyonellik kokan ve içinize her türlü duyguyu sokan cinsten.

It's a Wondeful Life


Yaşamak Güzeldir.

Frank Capra üstadın en büyük filmlerinden birisi olan (bana göre en iyisi) It's a Wonderful Life, kesinlikle tarihin en aykırı ve muhteşem dram filmlerinden birisi konumunda. P. V. D. Stern'in kitabından tam 5 senarist tarafından uyarlanan bu harika resitalin konusu hayat ! İnşaat ve kredi şirketini babasının ölümünden sonra devralan bir adamın hikayesi.. Kapitalist vampir patronlara karşı tek bilek şeklinde direnmesi. Cebindeki balayı parasını kasabasındaki insanlara borç olarak veren birisi. Yani hayatını dürüst bir şekilde idame ettiren bir işadamı var karşımızda. Ve tabi ki dürüstlüğün sonucunda başına gelenler de. George Bailey.

İlk dakikalarında sıradan bir film görüntüsü veriyor film. Bunun sebebi aslında çok basit, bu bir hayattan kesit. Hayata atılan her kişinin başına olası gelecek olaylar işleniyor. Hayatın ne kadar sıkıcı birşey olduğundan bahsediliyor aslında. Bir nevi de biyografi filmine benziyor. Tarzını biraz da biyografi işleyişi bakımından Raging Bull'a benzettim. Frank Capra'nın harika yönetiminde belki de ondan sıyrılıp giden birisi var. James Stewart ! Bu performansı kesinlikle ama kesinlikle insan dışı bir performans. Yönetmen onun sahnelerinde sadece kayıt demiş anlaşılan. Muhteşem bir aktör, muhteşem bir jön !
Clarence ve George Bailey
Hayatın bize verdiklerini değerlendirmemiz konusunda aslında tokat gibi bir film, Şahane Hayat. Verilen hayatın bile ne kadar değerli olduğunu anlamanızı %100 bir biçimde anlatıyor sizlere. Yapılan tüm iyiliklerin bir gün gelip bize tekrar uğrayacağını anlatıyor bir nevi. Adaletin, adil olmanın ve dürüst olmanın zaferidir Şahane Hayat !

Kesinlikle kaçırmamanız gereken, tarihin en iyi mutlu sonuna şahitlik edeceğiniz, sinema tarihinin en büyük başyapıtlarından birisi !

Nuovo Cinema Paradiso

Cennetin Sineması

Açıkçası bu filmi izlemeden önce büyük beklentiler ile başlamadım. Gayet normal, klasik bir İtalyan filmi izleyeceğim, bir de 80’lerin sonunda gelen bir film, oh ne güzel teknik anlamda da eksiklik olmaz kafasındaydım. Sanırım fena derecede yanıldım, film bitiminde. Son zamanlarda izlediğim en muhteşem dramlardan birisi konumuna geldi Cinema Paradiso.

Sayısız ödüller ile onore edilen bu filmin ilk 1 saatindeki “40’lı yılların İtalyan sineması” tekniği açıkçası midemi bulandırdı ve bu kadar figürana yakın basit oyunculuklar filmi benden soğuttu. Ta ki öyle bir sahne geldi ki, öyle bir sahne dank diye oturdu ki ekrana.. İşte o andan, yani filmin 2. Saatinden sonra artık tüm dünya ile bağlantımı kestim. Muhteşem işleyiş ve senaryo burada kendini belli etmeye başladı.

Hikaye olarak tam 3 farklı gidişatı bizlere sunan, Toto’nun o muhteşem hayatını sondan başlayıp başından itibaren anlatan, çoğu olaylara, savaşlara, sisteme, ideolojilere gönderme yapan çok müthiş bir film aslında. Bir rahibin, daha doğrusu Katolik rahibin romantik filmlere bakış açısı, İtalya’nın içinde bulunduğu savaş dertleri, açlık, sefalet, Amerikan filmi hayranlıkları gibi o kadar çok konuyu bir arada işliyor ki, an be an gözlerinizi ayıramıyorsunuz. Tabi bu 2. Saatten itibaren oldu bende.

Toto'nun öpüşme sahnelerine bakışı..
Ve Romantizm.. İşte, bu öylesine bir romantik aşk ki, Alfredo’nun anlattığı o muhteşem prenses-asker masalının yaşanmışı gibi adeta. Özellikle günümüzün veya şu anki ergen kitlenin büyük bir hevesle izlediği iğrenç romantik konulu, sulu romantik temaların aksine o kadar yürek parçalayan türdendir ki bu.. Saniyeler saat gibi gelebilir bazen sizlere..

Ennio Morricone’nin müthiş besteleriyle hayat verdiği 80’li yılların sonuna göre zayıf tekniği ama bir o kadar da dramatik temasıyla son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden birisi Cennet Sineması. Özellikle kapanışta yönetmenin kendi kurgusunun devreye girdiğini anlayabiliyorsunuz. Çoğu yönetmen yapıyor bunu, bu da en güzellerinden.

Sinemayı seven ve yüreğini hissedebilenler için..

Eşkıya

 Türk Sineması'nın Büyük Devrimi !

Yavuz Turgul üstadın Türk Sineması'na bahşettiği en muhteşem eserlerden birisi olan Eşkıya, 80'lerdeki inanılmaz çöküş yaşayan sinemamızın, 90'ların yenilikçi Hollywood akımına karşı süper bir direniş gösteren bu eşsiz başyapıtı Eşkıya'nın yeri bende çok ama çok ayrıdır. Türkiye'nin o yıl içinde Oscar adayı olarak gösterdiği film, her ne kadar 5 film arasına giremese de Amerika'da büyük sükse yaratmıştır. Yakaladığı 2 buçuk milyonluk seyirci rakamı ile ilk defa bir Türk filmi, Hollywood filmlerine karşı üstünlük gösterebilmiş..

Yavuz Turgul kuşkusuz sinemamızın en yaratıcı ve en dili tatlı sert senaristlerinden birisi. Tosun Paşa ile başladığı bu yolda inanılmaz işler yaparak kendisini Eşkıya gibi bir başyapıtla taçlandıran sakallı dedemiz, gene Şener Şen, Uğur Yücel ve Şermin Hürmeriç üçlüsü ile tekrar çalışmış. Sinemamızın en büyük aktörü olarak gösterilen (benim için Kemal Sunal'dır) Şener Şen'in olağanüstü performansının hikayesi öylesine yürek burkan cinsten ki.. Dağların eşkıyası Baran, bir arkadaşının gammazıyla hapse düşer. 35 yıl sonunda sevdiği kadına, köyüne, toprağına tekrar ulaşmak ister. Ama ne köy vardır ortada, ne en sevdiği dostu Berfo, ne de hayatının aşkı Keje.. Köy boşaltılmış, Fırat'ın sularına gömülmüştür. Artık tek şansı koskoca İstanbul'da onları aramaktır. İntikamını Berfo'dan alabilmek, Keje ile köye dönebilmektir. Hani derler ya, bela belayı çeker, işte o oluyor Eşkıya'ya. Daha haydarpaşa garında buluyor onu kader..

Uğur Yücel'in adeta Carlito'nun Yolu'ndaki Sean Penn gibi bir performansıyla döktürdüğü Cumali karakteri, bana çoğu yerde Carlito'nun Yolu'nu hatırlattı. Yanlış anlamda değil, tamamen ustalık kokan performansı ile.. Uğur Yücel'in Muhsin Bey'den nazaran bu rolde büyük bir çıkışa geçtiğini söylersek pek de yanılmayız sanırım. Şener Şen faktörüne girmiyorum bile.

"Tanrı'yı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset" diye bir söz vardı Godfather filminde. Bu, Baran karakteri için %100 cuk oturan bir tabir aslında. Hiçbirşey insanın dilediği, planladığı gibi gitmiyor. Hiçbirşey Cumali gibi pislik bir karakterin bu adamla yanyana gelmesini engelleyemiyor. Ve de hiçbirşey Baran'ın intikam yemini etmesini engelleyemiyor.

Muhteşem kadrajı (Kubrickvari) olağanüstü görüntü yönetmenliği, harika Erkan Oğur müzikleri, müthiş performansları ve tabi ki bir Yavuz Turgul filmi. Türk Sineması'nı baştan yazan, filmin içindeki tüm karakterlere yakın markaj yapan eşsiz bir başyapıt !