12 Years A Slave

12 Years A Slave

İngiliz yönetmen Steve McQueen'den mühür niteliğinde bir film.

Blue is the Warmest Colour

Blue is the Warmest Colour

Abdellatif Kechiche'den 2013'ün en çarpıcı başyapıtı.

13 Ekim, 2013

Monsters University (2013) - Canavarlar Üniversitesi

Animasyon tarihini baştan aşağı değiştirerek efsanevi başyapıtlar sunan, 2008 de tüm hisselerini Disney'e satıp birkaç başyapıt dışında duraklama dönemine giren, tarihin en başarılı bilgisayar animasyon şirketlerinden birisi Pixar'ın alamet-i farikası ve bana göre en iyi filmi Monsters Inc.'nin prequel (ana hikaye öncesi) projesi Monsters University'i izleme fırsatına sonunda erişebildim. Pixar'ın bu Amerikan bankerleri tarafından yönetilen, amacının film çekmek olduğunu düşünmediğim şirketi Disney yüzünden sinemada ziyaret etmedim bu filmi.

Neyse, belki de kendilerinin altın çağlarında çıkardıkları Monsters Inc. sonrası çıkan bu film, elbet büyük beklentiler getiriyordu. Öncelikle ilk filmin tutulması sonrası "bir devam projesi gelir mi" diye düşündürttü sevenlerini. Ama Pixar kararlıydı, uzun bir süre bunun sequel veya prequel projesi çıkmayacaktı. Ta ki Disney denilen Donald Duck amcanın sikiyle oynamasını bize veletken göstermekten, deniz kızlarını seks objesi olarak animasyonlarına almaktan zevk alan bir şirket bunu satın aldığında, paranın kokusu uzak dağlardan duyuldu. Hemen yeni bir filmin hazırlıklarına başlandığı söylendi. Ama Disney'in son yıllardaki her işi gibi, tam 4-5 sene rötarlı ve hallice masraf harcanarak sinemalara 2013 summer blockbusterı olarak Haziran ayında uğradı. 

Monsters University, bizlere bu sefer üniversiteli Sullivan ve Wazowski ikilisinin maceralarını anlatıyor. Gayet klasik bir üniversite filmiymiş gibi başlayan University prequel'i, fragmanlarında ve teaserlarında vadettiği hiçbir şeyi bahşetmiyor ilk 1 saat boyunca. Son yıllarda çıkan kötü Pixar örnekleri gibi bir ivme grafiği çizmesine karşın, son yarım saatte yaratıcılığın zirvesine çıkıyor ve eski Pixar ruhunu bizlere gösteriyor gövde gösterisi kalıbına bürünerek. Özellikle sonlara doğru artan ilk filme göndermeler ve aralarında kurulan bağ, bizimkilerin Canavarlar Şirketi'ne nasıl giriş yaptığı sorunsalı, her zaman Wazowski ve Sully'nin üzerinde olan gözlü ve gözlüklü kadın Roz ile tanışma anı, Himalayalar'a uğradıklarında tanıştıkları Kar Adam, ilk başlarda bir çömez öğrenci olan Randall... Kısacası her bir şey açıklık kazanıyor. 2001 yılında 9 yaşında olan bendeniz için 20 yaşında hikayenin geçmişini izlemek de duygu dolu, salya sümük anlar yaşatıyor. Tebessüm ederek gülmeye çalışıyorsunuz çoğu sahnede. Çünkü trajik bir duygu bağı oluyor aranızda artık bu ikileme ile. Göndermeler sırasında kahkahanın dibine vuruyorsunuz tabi, orası da ilk hikayeye ne kadar bağ kurduğunuza bağlı. 

Filmin eksik ve aksak noktaları var tabi ki. Dediğim gibi, günümüz Pixar vasat filmlerinin klişeleri belli başlı yerlerde kullanılıyor. Bir Quidditch veya Harry Potter ve Ateş Kadehi'ndeki Üçbüyücü (Dört) Turnuvası'na benzer esinlenmeler filmin neredeyse tamamını kapsıyor. Tabi bir de olmazsa olmaz animasyon filmlerinde 3D kullanma hastalığı var. Ve en önemlisi Disney... (Bu adam neden bu kadar Disney'le uğraşıyor demeyin, açın, sorun Google'a. Mesele film değil. Hiç olmadı ki !)

Kısacası hayatımda gördüğüm en iyi 50 film içine rahatlıkla alabileceğim Monsters Inc. sonrası deli gibi beklediğim ve hayatımda bu kadar uzunlukta bir filmi beklemediğim (veya beklemeyeceğim) bir film olan Canavarlar Üniversitesi, 2013 yılının bana göre başyapıtlarından birisi. Pixar'dan artık çok iyi şeyler beklemiyorum, geçen sene şişirip şişirip çıkardıkları Brave sonrası tüm ümitlerim çoktan suya düşmüştü. Ama tek isteğim, o efsanevi yazar ve yapımcı kadrosu şu şirkette yine, yeni, yeniden etkin rol sahibi olsunlar. John Lasseter, Pete Docter ve Andrew Stanton başta olmak üzere tüm abilerim ablalarım, sesleniyorum size: Animasyon sizlere emanet hala. Pixar University diye bir şey kurup çömezleri film çekmeye zorlamayın bir zahnet. Zaten bu filmin de iyi olmasının tek sebebi uygulayıcı yapımcı koltuğunda sizin oturmanızdı. Her neyse, kısacası bir ümit ışığı yeşerdi bu filmi gördükten sonra bende. Gerçi bunda Monsters Inc. gibi çok kaliteli bir kumaşa sahip olmanın payı da olabilir. Başta hayranlarına, sonra tüm animasyon sevenlere tavsiyemdir.

Not: Eski Pixar filmlerine ve yaratıcılarına yapılan bazı göndermeleri bu linkten okuyabilirsiniz. (İngilizce)


9,5/10

09 Ekim, 2013

The Conjuring (2013) - Korku Seansı

Hollywood korku sinemasına hepimiz aşağı yukarı aşinayız. Çok büyük korku kültleri çıkarmış bir sinema. Özellikle 70'ler ve 80'lerde bir dönem; öncesinde 20'lerde ve 30'larda bir dönem olarak ayırabiliriz peak yaptığı çağları. Her ne kadar akılda kalıcı ve korkutucu örnekler çıksa da, bir süre sonra şu sorunla karşı karşıya geliniyor: Korku filmi çekmek büyük bir risk ! Evet; slasher, teen slasher, action, romance, vampire, werewolf, vs. gibi türlü türlü saçmalıkları bu filmin içine adapte edip sadece gişe yüzü bekleyenler için risk değil, keza bir armağan. Ama bunu James Wan gibi gerçekten eli yüzü düzgün bir korku filmi çekme kisvesiyle yapanlar için tarifi imkansız bir zorluk, risk adeta. Insidious ile popüler sinemanın dikkatini çeken ve çok iyi bir gişe rakamını yapımcılarına kazandıran James Wan, bu sefer geçmişe, daha önce yaşanmış bir hikayenin kapısını aralamaya gidiyor.

İkiz korku filmi yazarı Hayes Biraderler tarafından konu alınan film, Lorraine ve Ed Warren adlı 60'ların ünlü şeytan bilimcilerinin bizzat gerçek günlüklerine, anlatılarına dayanıyor. Aynı The X Files, Supernatural dizilerindeki başrol oyuncuları gibi bir hayat süren Warren çifti, Amerika içerisindeki doğaüstü olayları inceleyip ders verdikleri üniversitede öğrencilerine sunuyorlar. Ve her olaydan başarıyla ayrıldıklarında, zafer ödülü olarak da doğaüstü olayın baş kahramanı bir nesneyi evlerindeki mütevazi müzelerine yerleştiriyorlar. 

Günün birinde, Perron ailesi ormanın derinliklerinde bir ev satın alır. Bilindiği ve tahmin edileceği üzere, bu ev ormanın içindedir. Yakınında bir dere vardır. En az 500 yıllık, insanın kendini asmasına el ayak olacak bir ağaca sahiptir. Mutlaka bilinmeyen bir odası vardır. İşte bu klişelerden sonra ruh, Warren çiftinin belirlediği 3 korkutma adımının ilk 2 sini gerçekleştirerek 7 kişilik bu aileyi korkutur ve gözdağı verir. Carolyn Perron, tek çare olarak bizzat derslerini izlediği Warren çiftini evlerine gelmesi için ikna eder. Buradan sonra kilisenin pederine şeytan çıkarma ayininin gerekli olduğunu ispatlamak için bazı deliller toplanması gerekmektedir. 

Hayes Biraderler, bilindik klişeleri kullanmaktan kaçınmıyor. Filmografilerinde fazlasıyla kötü korku filmi barındıran bu senarist ikilisinin zayıf kalemini kurtaran kişi yönetmen James Wan oluyor. Korku sineması için yeni bir soluk olarak düşündüğüm Wan; plan sekans çekimleriyle, cutlara başvurmadan yaptığı akıcı anlatımıyla ve en önemlisi "bö" diye insanı korkutmaya çalışmadan ustaca bir korku anlatısı sunarak yönetmenlik meziyetlerini ortaya koyuyor. Gerçekten enfes. Filmin kumaşının ve kurgusunun kaliteli olmasında pay sahibi olduğunu düşünmeden edemiyorum. 

Korku sineması can çekişiyor, imdada The Conjuring yetişiyor. Son yıllarda Sam Raimi'nin Evil Dead amatör ruhundan kurtulup Spider-Man sonrası çektiği bir Drag Me To Hell filmi vardı. Hayatımda bu kadar abartılan bir film görmemiştim. Madem son yıllarda sinemaya gelmiş en iyi korku filmini arıyoruz, Paranormal Activity'den sonra The Conjuring'i de bu listeye alabiliriz. Bilindik korku filmi klişelerini göz ardı edip bu malzemeyi iyi yorumlayan bir film görmek istiyorsanız, harika bir 2 saat sizi bekliyor.

8/10