12 Years A Slave

12 Years A Slave

İngiliz yönetmen Steve McQueen'den mühür niteliğinde bir film.

Blue is the Warmest Colour

Blue is the Warmest Colour

Abdellatif Kechiche'den 2013'ün en çarpıcı başyapıtı.

07 Ocak, 2014

2013 DGA Adayları

Barkhad Abdi ve Paul Greengrass
Oscar yarışının en kritik ayağı olan Yönetmenler Birliği, adaylarını açıkladı. Listede Spike Jonze ve Coen Kardeşler gibi isimler yok. Onların yerine Paul Greengrass listede. İşte Oscar için en iyi film şansı olan 5 film ve yönetmenleri.

ALFONSO CUARÓN
“Gravity”
(Warner Bros. Pictures)

Mr. Cuarón’s Directorial Team:
·         Unit Production Manager: David Siegel (Arizona Unit)
·         First Assistant Directors: Josh Robertson, Stephen Hagen (Arizona Unit)
·         Second Assistant Director: Ben Howard

This is Mr. Cuarón’s first DGA Award nomination.

PAUL GREENGRASS
“Captain Phillips”
(Columbia Pictures)

Mr. Greengrass’s Directorial Team:
·         Unit Production Managers: Todd Lewis, Gregory Goodman
·         First Assistant Director: Chris Carreras
·         Second Assistant Directors: Nick Shuttleworth, Mark S. Constance

This is Mr. Greengrass’s first DGA Award nomination.

STEVE McQUEEN
“12 Years A Slave”
(Fox Searchlight Pictures)

Mr. McQueen’s Directorial Team:
·         Unit Production Manager: Anthony Katagas
·         First Assistant Director: Doug Torres
·         Second Assistant Director: James Roque Jr.
·         Second Second Assistant Director: Sherman Shelton Jr.
·         Additional Second Assistant Director: Nathan Parker

This is Mr. McQueen’s first DGA Award nomination.

DAVID O. RUSSELL
“American Hustle”
(Columbia Pictures)

Mr. Russell’s Directorial Team:
·         Unit Production Managers: Shea Kammer, Mark Kamine
·         First Assistant Director: Michele ‘Shelley’ Ziegler
·         Second Assistant Director: Xanthus Valan
·         Second Second Assistant Director: Jason Fesel
·         Location Managers: David Velasco, Guy Efrat (New York Unit)

This is Mr. Russell’s second DGA Award nomination.  He was previously nominated in this category for The Fighter in 2010.

MARTIN SCORSESE
“The Wolf of Wall Street”
(Paramount Pictures)

Mr. Scorsese’s Directorial Team:
·         Unit Production Manager: Richard Baratta
·         First Assistant Director: Adam Somner
·         Second Assistant Director: Francisco Oritz
·         Second Second Assistant Director: Jeremy Marks
·         Additional Second Assistant Director: Scott Koche
·         Location Manager: Nils Widboom

12 Years A Slave (2013)


2008 yılı yapımı Hunger ile uzun metraj sinemaya giriş yapan, İngiliz sinemasının yeni medar-ı iftiharı Steve McQueen, ilk uzun metrajından 5 yıl geçmesine rağmen sinema dünyasının dikkatini çekmiş, son yıllarda sinemaya gelmiş en yetenekli yönetmenlerden birisi ilan edilmişti. Cesur ve sert kadrajı, oyuncuları üzerindeki yoğun etkisi ve keskin kalemi ile filmin her bir anını domine edip ayrı bir enfesliğe ulaştırmasını başarabilen McQueen, 2011 yılındaki ilk başyapıtı Shame ile bu nirvanaya 2 sene önce ulaşmıştı zaten. Her yetenekli yönetmenin elbet uğrayacağı duraklardan birisi olan Hollywood pazarı, 20th Century Fox desteği ile McQueen'i de içine aldı ve 2013 yılında sinemalara, 12 Years A Slave adında, Hollywood ve Oscar Akademisi mantalitesine tam anlamıyla uyan bir film ile uğradı. Daha önce izlediğimiz hiçbir "siyahların çektiği acı" filmleri temasının basit ajitasyon matematiğini uygulamadan, daha sert, daha cesur ve McQueen olmanın verdiği yetenek ile daha acıtıcı bir film ile karşı karşıya bırakmış seyircisini yönetmenimiz. 12 Years A Slave, Amerika'nın hala yüzleşmekte ısrar ettiği ve bıkmadığı zenci politikası hakkında değil de, bu işin asıl düsturu olan insanlık politikasına göre çekilmiş, harika bir başyapıt.

12 Years A Slave, Solomon Northup adlı özgür bir siyahi Amerikalı'nın aynı adlı otobiyografisinden uyarlanmış, mockumentary türünde bir film. Bu yüzden azıcık da olsa geçen seneki Lincoln'e benziyor. Ama yönetmen farkı, filmi taşıyan karakterlerin iki uç karakter olması farkı gibi bazı etmenler bu benzerlik ihtimalini elimine ediyor. John Ridley'in uyarladığı hikayede; Northup adlı özgür bir siyahi Amerikalı, çevresi tarafından saygıyla karşılanan bir New York beyefendisi. Kemandaki yeteneğini gören bir ikili, bunu özel bir davete götürerek iş teklif eder. Ama bunlar, siyahileri kandırarak köle tüccarlarına satan iki düzenbazdan başkası değildir. Northup, kendisi tam olarak filmde hatırlayamasa da, tam 12 yıl boyunca beyazların elinde köleye dönüşmüş bir insandan başkası olamayacaktır.

Filmlerin sinopsileri, gerçekten çok yanıltıcı olabiliyor. Çok şükür McQueen gibi bir sinemacının elinden çıktığını bilerek izlemek bir nebze rahatlık verebiliyor. Hikayenin ana hatları, her ne kadar basit bir ajitasyon zenci melodramına çevrilecek iplere sahip olsa da, Ridley ve McQueen'in anlatısı buna izin vermiyor. Kapitalizmin ve feodalitenin hak sahibi olduğu modern demokratik Birleşik Devletler'de, anayasada bulunan "zengin beyazlar, siyahları köle olarak satın alabilir, çalıştırabilir" maddesinin kurbanı olan her bir siyahi Amerikalı, evcil hayvandan bile aşağı duruma sokularak zor, acımasız, öldürücü, yok edici şartlar altında, Tanrı'nın terk ettiği topraklarda birer kukla gibi çalıştırılmakta. Hayatta kalma içgüdüsü ile denileni yapmak zorunda kalan sayısız siyahi insanoğlu, beyazlardan gelecek her türlü zulme, aşağılanmaya, tecavüze, dayağa, sürgüne mahkum olmak zorunda. Ellerindeki prangalar bile onların kendi hususi eşyası değil çünkü. Nefes almak için bile sonsuz çaba ile saatlerce güneşin yakıcı sıcağında çalışmak, çalışma sonrası belirli bir kotayı dolduramadılar mı kırbaçlanmak zorundalar. 

John Ridley'in senaryosu, bazı anlarda kalemini maneviyata doğru oynatabiliyor. Bir avuç insan sürüsünün zencilere yaptığı zulüm karşısında, onların söyleyebilecek hiçbir şeyleri yok -jazz, blues şarkılarından başka. 2013 yılında oynadığı 28939394 karakter ile insanüstü bir varlık olduğunu ispatlayan İngiliz aktör Benedict Cumberbatch'in filmdeki tek iyi kalpli, dindar beyazı oymaması bu gerçekliği değiştirmiyor ne yazık ki. Çünkü "sözde" hukukun bulunduğu toplumda zenciler anayasada pislik muamelesi görüyorlar. Feodalitenin başındaki ağalar onları çalıştırırken gayet hukuki, yasal bir şey yapıyorlar. Sadece tek bir feodal beyazın bu duruma ses çıkarıp sistemi değiştireceğini düşünmemiz de Hollywoodvari oluyor zaten. Ki kısa rolünün sonunda kendi ensesini kurtarmak isteyen bu feodal beyaz, Solomon'u başka bir feodal beyaza satmaktan da gocunmuyor. Bu ve bunun gibi sahneler, maneviyatı, dini, Tanrı'yı, ilahi adaleti sorgulatan çok vurucu sahnelerin hazırlığını yapıyor adeta.

Filmin zirve anı diyebileceğim yeri olan Patsey'nin bir sabun uğruna kırbaçlanma sahnesi, aynı kırbaçları seyircisine de sallamayı başarıyor. Sinir sistemimin çöktüğü ve muhteşem bir plan sekansa el ayak olan bu sahne, oradaki 4 karakterin her birisinin hikayesini boş bırakmadan harika bir anlatı sunuyor (Sahibe, sahip, köle ve köle). Aslında McQueen'in sinemasının karakteristikleri olan "insan doğasının manevi duyguları" orada bir bir açığa çıkıyor. Kıskançlık, korku, acı, masumiyet... Gerçekten harika, enfes bir sahne. Ağlamamak için zor tuttum kendimi -ki tüm amacı da bu zaten sahnenin.

12 Years A Slave'in dönem filmi temasını hakkıyla yerine getiren harika işçiliğinin yanında, artık McQueen filmlerinde alışkın olmamız ve olacağımız anlamına gelen "castı yüceltme" kavramı bir kez daha karşımıza çıkıyor. Sürekli Hollywood'da karakter oyuncusu olarak gördüğümüz yetenekli aktör Chiwetel Ejiofor'un kusursuza ve asla abartıya kaçmayan oyunu, onu senenin en iyi performansları sergisine ilk sıralardan sokmayı başarıyor. Filmin ikinci harikası ve Oscar alması için daha ne yapması gerektiğini kendisinin bile bilmediği Michael Fassbender'ın da Chiwetel Ejiofor'dan kalır yanı yok. Filmin üçüncü ve son harikası Lupita Nyong'o'nun drama oyunculuğunun en zor karakteristiğini ele alan performansı ise gerçekten tüm hissiyatını seyircisine geçirmeyi başarıyor. The Thin Red Line gibi yıldızlar topluluğundan oluşan kadroda, artık her bir filmde görmekten bıktığımız Paul Giamatti, psikopat rolü için doğmuş ruhsuz Paul Dano, borazan gibi sesiyle kendisini 500 metreden fark ettiren Benedict Cumberbatch ve Piret Bit gibi oyuncuların varlığı filmi zengin kılan diğer etmenler.

Filmin bir Haneke filmi kıvamında sinir bozucu olması ama onun gibi mutsuz sonla bitmemesi, çoğu sinemaseveri "neden mutlu son" sorusuna doğru yöneltti pek tabi ki. Ama olabilecek en iyi final yapılmıştı bu hikaye için. Finalinde de söylediği gibi, siyah arka plandaki beyaz yazıların bizlere; bu sadece bir siyahinin dönemin acımasızlığından gördüğü zulmün kısa bir kesiti niteliğindedir. Bu ve bunun gibi olayların bir çoğu yaşanmış, kimse Solomon gibi mutlu sona ulaşamamıştır. Solomon için pekala mutlu bir son mudur ? Kesinlikle hayır. 12 yıl boyunca görmediği zulüm kalmamış ve ailesinden uzakta sürünmüş bir adamın sosyal hayata ve yeniden insan olma bilincine tekrar atılması ne kadar kolay olabilir ki ? 

Artık Amerika'nın yüzleşme hikayelerinden gına gelmişken, böylesine gerçekçi bir film ile tüm bu yüzleşme zırvalıklarına mühür gibi bir cevap yapıştıran Steve McQueen, 2013 yılının en iyi filmlerinden birisini çıkarmış. İnanılmaz bir rüzgar ile neredeyse tüm eleştirmen birliklerinden ödüller alan, Altın Küre'de 7 dalda aday olan, Oscarlar'a da böyle bir napalm ile yürüyecek olan 12 Years A Slave, insanda bulunan vicdan maneviyatı ile izleyecek olanlar için çok sert bir başyapıt. Aynı Haneke filmleri gibi, seyircisi ile interaktif bağını kurmaktan gocunmuyor. Ha bu arada, Hans Zimmer'ın besteleri bana neden Inception'ı hatırlattı sürekli ?

10/10