12 Years A Slave

12 Years A Slave

İngiliz yönetmen Steve McQueen'den mühür niteliğinde bir film.

Blue is the Warmest Colour

Blue is the Warmest Colour

Abdellatif Kechiche'den 2013'ün en çarpıcı başyapıtı.

16 Kasım, 2011

Midnight in Paris

Paris'teki Geceler..


Açık sözle başlamak istiyorum yazıma. Daha önce hiçbir Woody Allen filmi izlemedim ! Kimileri için küfür niteliğinde şu söylediklerim, çünkü usta belirli bir hayran kitlesine sahip dünyada.  Kimileri için de zaten hiç önemli değil bu söylediğim. Romantik komedi diyince de aklıma ne yazık ki Woody Allen gelmiyor benim, Billy Wilder geliyor. Belki ben geri kafalıyım, ama ilkleri severim. İlk bilim-kurgu filmini de, ilk plot twist bulunan filmi de...


Madem açık sözlerle başladık yazımıza, devam edelim bakalım böyle. Ağır film bekliyordum, durgun, 2-3 sahnede mesaj kaygısı taşıyan, son sekansında filmi bağlayıp "ben başyapıt yaptım" edasında seyirciyle adeta billur geçen birşey olmasını. İnsanın başına ne gelirse meraktan değil, önyargıdan gelirmiş. Boşu boşuna germişim kendimi durduk yere. Öyle durmuş bir köşesinde arşivimin. Ama şunu da söylemekte fayda var, bu film bir 90 dk olsa gene izlenir. Hatta sabaha kadar Paris'i çekse yönetmen, gene izlenir. Senaryoda ciddi bir ustalık var. Hemde en ciddilerinden !


Senaryosu zaten beklendiği üzere tipik Woody Allen filmi zekasında. Annie Hall, Manhattan gibi kült romantik filmler çıkarmış birisinden zaten seviye olarak düşük birşey beklemiyordu kimse. Tabi korkular vardı, Vicky Cristina Barcelona gibi, You Will Meet a Tall Dark Stranger gibi vites küçülten bir proje gelebilirdi seyircinin karşısına. Ama Cannes'da çıktığı ilk gün öyle güzel tepkiler aldı ki, sanki üstat son yıllarda yaptığı tüm hataları telafi etmiş gibiydi. Aslında çok da umrunda değildi. Zaten yeterince kredisi olan birisi. Neyse ki böyle düşünen birisi de değil.

Marion ve Rachel arasında seçim yapmak isteyenlere...
Senaryo, Back To The Future hayranları için bir nevi onun "romantik-komedi" versiyonu. Her ne kadar Woody Allen zekası her alanda mis gibi koksada senaryonun, kemik yapısı ve içinde bulundurduğu sivri mesajlar ile andırıyor bize o güzelim üçlemeyi. Ne kadar geçmişe gidersek gidelim, elbet insanoğlunun doğasındaki bıkkınlık gelip rastlayacaktır. Kiminin altın dönemi 1920'lerdir, kiminin 1890'lar, kiminin rönesans, belki de Orta Asya'dır. Hayatın içine girerek herbirini tecrübe eden bir "Woody Allen Alter Ego'su" izliyoruz aslında Gil kadraja girdiğinde.

Owen Wilson'u beğenmeyen, hocasını da beğenmesin sıkıyorsa !
Filmde çoğu oyuncunun kısa kısa rolleri var. Özellikle Kathy Bates ve Adrien Brody'nin rollerine dikkat ! Yan karakterler nasıl başrolden daha popüler olur işte onların göstergesi bu ikili. Zaten Owen Wilson'a hiçbirşey söyleyemeyiz, Woody Allen kendi halefini bulmuş gibi. Pek o taraklarda bezi olmayan birisi ama Wilson. Az çok hangi projelerde rol kestiğini bilenler bilirler. Onun dışında Marion Cotillard başta olmak üzere Rachel McAdams ve Lea Seydoux'un müthiş güzellikleri, bir Woody Allen filminde 3 güzel kızın olması ilkini de taşıyor belki.

Çıldırtan bir güzelliğe sahipsin... (Replik değil bu)
Sinematografisine, kadrajına, zeka dolu senaryosuna ve Paris'e hayran kalacağınız, çok sıcak, romantik filmden haz etmeyenlerin bulaşmaması gereken, Woody Allen'ın en iyi filmlerinden birisi. Değeri verilmiyor, büyük ihtimal de verilmeyecek. Ama bu başyapıt, şimdiden bir kült ve klasik olmaya aday. Ciddi tavsiyemdir.