17 Aralık, 2011

Big Fish

Bana Bir Masal Anlat Baba

Edward Scissorhands ile başladığım Tim Burton sinemasının dengesizliğini herkes bilir. Bu adam bir başyapıt, bir rezil, bir başyapıt, bir rezil sıralamasıyla devam eder her zaman. 90'ların seviyesiz Batman'lerinden, 2000'lerin çok muhteşem Big Fish'ine kadar uzanır çizgisi. Senaristi olmasa da, sanki yönetirken yazıyormuş gibidir. Başkadır bu adamın sineması, başkadır Tim Burton...

Hayatı her zaman küçük görenler, kendi kaplarında yok olup ölenler vardır. Ama biz öylesine bir adamla tanışıyoruz ki, Ed Bloom, fırlama doğmuş bir çocuk, korkusuz ve maceraperest bir çocuk... Bir insanın hikaye olabilmesi için fazlaca yaşanmışlık gerekir her zaman, bunu fazlasıyla yaşıyoruz. Cadının gözünden ölümünü gördüğündeki rahatlıktan anlıyoruz bu filmde eğleneceğimizi. 


Tim Burton'un kendince en kişisel filmi olarak gösterdiği bir film. Masalcı dede lakabındaki Hayao Miyazaki'yi aratmıyor neredeyse. Filmin her sekansında, bir masal kitabının sayfalarını çeviriyor babamız sanki bizlere. Büyüdükçe masalların ne kadar yalan olduğunu anlarız ve bize anlatılmaz ya artık onlar. İşte öylesine bir noktadan sesleniyor bize Burton. Öleceği günü bilme rahatlığıyla tüm kahramanlıklara atılan, hatta bir devin karşısında rahatça dikilebilen birisi anlatıyor bize. İçeriğe girmeden, övgülere başlayalım.
Ed Bloom
Başarıyla çizdiği çok önemli sahneler var filmin. Özene bezene çekilmiş, haddinden fazla etkileyen. Birisi kesinlikle yeşil çimenli kasaba sahnesi. Burada, hem yönetmenin, hem de senaristin ciddi bir ustalığını görebiliyoruz. Şehrin hay huyundan uzak yaşayan, huzurlu, mutlu, eğlenceli bir topluluk burası. Hani diyorum ya, kendi kaplarında ölüp gidenler vardır diye. Annesinin rahminden bile fırlayarak çıkan bir çocuktan bahsediyoruz biz. Bizim Obi-Wan'ımızdan.
Ed ve Sandra
Büyüleyici güzel yüzler görüyorsunuz ve bunları taşıyan harika performanslar. Özellikle Drag me to Hell ile tanıştığım doğal afet Allison Lohman'a ayrı bir bölüm açmak gerekir. Ama zaman yok, onu da siz açarsınız.
Her ne kadar Alice in Wonderland ile klişeden öteye gitmeyen bir Alice masalı anlatsa da bizlere, aslında 2003 yılında Ed Bloom karakteri ile başka bir Alice'i anlatmış Burton, haberimiz yok ! Her sahnesini, planını, sekansını ayrı ayrı değerlendirmek huyum değildir, sonuçta bu zevki siz tatmalısınız. Ama yaşlar ilerledikçe kaybolan masumiyet ve hayalperestliğin tam son raddesinde bu film. Tim Burton'un da en iyi işi.

0 Yorum:

Yorum Gönder