12 Years A Slave

12 Years A Slave

İngiliz yönetmen Steve McQueen'den mühür niteliğinde bir film.

Blue is the Warmest Colour

Blue is the Warmest Colour

Abdellatif Kechiche'den 2013'ün en çarpıcı başyapıtı.

08 Şubat, 2013

Zero Dark Thirty (2012)

Siyasi içeriği nedeniyle yılın en çok konuşulan, tartışılan, Amerikalı eleştirmenler tarafından yere göğe sığdırılamayan ve sinefiller için merak kaynağı oluşturan Zero Dark Thirty'yi sonunda izleme şansına ulaştım. Amerikalı yarı-bağımsız yönetmen Kathryn Bigelow'un evrim geçirdiği 2009 yapımı The Hurt Locker sonrası 2. filmi olan Zero Dark Thirty, Usama Bin Ladin'in öldürülme hikayesini anlatıyor. Yapım süreci hakkında tek bir fotoğraf dışında ser verip sır vermeyen Columbia Pictures, muhteşem bir kampanya ile vizyona soktu ve gişeden istediğini "bu filmlerden alınabilecek ölçüde" aldı. Tabi amacı gişeyi değil, seyircinin düşüncelerini ele geçirmekti. Zero Dark Thirty ile bunu fazlasıyla yapmış.

Maya adlı CIA ajanının, 20 yıllık ajanlık deneyiminin ödülünü "dünyanın en büyük insan avıyla" kazanmak istediği bu çetrefilli öykü, El-Kaide'nin lideri Usama Bin Ladin'in uzun uğraşlar sonucu yerinin tespit edilmesini ve okyanus ötesi, Amerika ile uzaktan yakından alakası olmayan bir ülkenin topraklarına gecenin ortasında tecavüz edilerek öldürülmesini konu alıyor. Söz konusu Amerika olunca artık alışkın oluyoruz bu konuya. Ama Bigelow'un kamerası o kadar keskin ve faşizan duruyor ki, her müslüman kentini ilkel gösterme klişesinden ötede bir yerden sesleniyor. Baskın sırasında çevre halkı potansiyel tehdit ve terörist olarak göstermesi en basit gafleti.

Tabi bu kadar sığ ideolojik algılar yaratarak hikayesini anlatmayı tercih etmiyor Bigelow. The Hurt Locker'daki aşırı tutucu cenahını ortaya yaklaştırarak bazen de teröristin gözünden bakmaya çalışıyor hikayeye. Çok kısa süreli olsa da ülkesinin işkence tercihini eleştiriyor. Olabildiğince gerçekçi ve ağır bir eleştirel dil ile. Baskın sırasında terörün ve savaşın ortasında çaresiz kalmış çocukları kadrajına alıyor. Ve filmin üst düzey kurgusu da bu "manhunt" hikayesini olabildiğince sürükleyici, gerilimli ve gerçekçi bir şekilde ekrana yansıtıyor. Bu meziyetteki aslan payı, filmin Tarantinovari bir kurgu ile bölüm bölüm anlatılmasında yatıyor. Neyin ne olduğunu yönetmen kendi gerçekleriyle anlatıyor. Mark Boal'un usta ama genellikle taraflı kalemi ile. Bir noktadan sonra film taraflı çizgisine geri dönüyor zaten.

Filmin açılış sekansında bir 9/11 saldırısı 911 telefon kaydı yer alıyor. Amerikan ve dünya medyasının organize bir şekilde ekrana getirdiği, Amerika'nın kendi içinde kurgulayıp düzenlediği ve 3000 vatandaşını göz göre göre öldürdüğü saldırının foyası ortaya çıktı artık, bu basit ajitasyonlar ile gerçekler değiştirilemez. Youtube yetkililerinin sürekli sildiği ve izleyen-inananların paranoyak olarak yaftalandığı bir belgesel var, September Clues. Michael Moore'un Fahrenheit 9/11'inin bir başka versiyonu. Burada her ne kadar filmle alakası olmasa da 9/11 gerçekleri ve dönemin Amerikan yönetimi anlatılıyor. Bağlantılı olarak da El-Kaide. Hakkında sayısız onanmış teori üretilen bir konu hakkında net kanılara ve gerçekliklere varma küstahlığı gösteren Zero Dark Thirty, Usama Bin Ladin'i dünyadaki tüm terör eylemlerinden baş sorumlu olarak gösteriyor. Bunu onaylayacak tek kanıtı da "El-Kaide, xxx şehrindeki eylemi üstlendi" mottosu. Bu ve bunun gibi şuan aklıma getiremediğim ve getirmek dahi istemediğim sayısız alt metin, filmin ideolojik taraflılığını gözler önüne sermeye yetiyor da artıyor bile.

Yine bunların yanında, tarafsız izleyici kitlesi dışında yer alan "umursamaz izleyici kitlesi" için film başyapıt denecek kadar mükemmel. Çünkü enfes bir işçiliğe sahip. Bir kere Bigelow'un kadrajı olağanüstü. Near Dark ile ne denli harika bir yönetmen olduğunu kanıtlayan Bigelow'un 2000'ler filmografisinde ve Amerikan sinema tarihinde önemli bir yere sahip olacak bu film. Mark Boal'un senaryosu, bu sene ZD30'nin benzeri olan Argo'nun senaryosundan çok çok daha iyi. Diyaloglar harika, oyuncuların tirada doğru yönelmesi için yazılan enfes diyalog sayısı birden fazla. Ki Kyle Chandler, Mark Strong, James Gandolfini, Jason Clarke ve Jessica Chastain gibi oyuncuların performansları filmin kilit noktası oluveriyor. Filmin bir bütün olarak kurgusu harikulade. "Son yarım saatlik kurgusu", "CIA toplantı sahnesi kurgusu" falan diye filmlerin belli noktalarının kurgularını övmek yetersiz kalıyor. Ve tabi neredeyse sıfıra yakın görsel efekt kullanımı ile gerçekçilik dozu iyice arttırılmış. Film için muhteşem setler hazırlanmış, gerçek bir helikopter hava uçurulmuş, Pakistan'ın en işlek caddelerinde çekimi zor olan sahneler çekilmiş. 

İşte bu meziyetler, filmin kumaşının iyi gösterilmesine sebebiyet vermiş. Kumaşı iyi olan bir filmin kötü mesaj vermesini düşünemez sinema izleyicisi düz bir mantık ile. Bu kurnazlıktan istifade edip alt metinler ile gerekli militaristlik enjekte edilmiş. Tarafsız seyircinin ağzına bir parmak bal çalan "Müslüman CIA ajanı", "Stop American Terrorism Pankartı", "Amerika'nın acımasız işkence teknikleri" ögeleri bu taraflılığı yıkmaya yetmemiş. Böyle bir amacı da yok zaten. Kısacası ZD30, yılın artistik ve kalburüstü sinema filmlerinden birisi olmasına rağmen, başından beri bilinen "Bin Ladin'i nasıl öldürdük, görüyor musunuz, işte biz buyuz" mottosunu aynen devam ettirerek anlatımının merkezine bunu yerleştirmiş.

Not: Hollywood sineması, Photoshop ile hayatımıza giren "yazı içinde resim" temalı posterlerden vazgeçmeli, yaratıcı olmalı.

7,5/10