Sevginin Gücü
2008 yılı, her açıdan sinemanın düşüp kalktığı bir yıl oldu. Avrupa sineması, rakibi Hollywood'a nazaran galip geldi evet, hemde açık ara farkla. Ama arada sıkışıp kalan, çok şükür IMDB gibi popüler bir sitenin TOP 250 listesine girip insanların dikkatini çekmeyi başaran bir film de vardı. Gir Kanıma. The Telegraph gazetesinin dediği gibi "Twilight'ın olmak isteyip olamadığı durumu yapan bir film".
Her ne kadar attığım başlık Leon'u andırsa da bizlere, sevginin evrensel diline tekrar şahit oluyoruz bu film ile. Daha dün tekrar izlediğim The Terminator'de de buna benzer bir söz vardı. Telesekreter'in yaygınlaştığı yıllar olan 80'lerde bir nevi reklam amaçlı James Cameron bip sesinden önceki kullanıcı mesajında "Makinaları sevmeliyiz" diye bir mesaj veriyordu. Gerçi ilk filmde bu pek işine yaramadı Sarah Connor'ın ama...
Konu itibariyle çok ilgi çekici ve aşırı özgün. Sürekli ezilen bir çocuk olan Oskar'ın mahallelerine Eli ve babası (?) taşınırlar. Tekdüze hayatına renk getirmek isteyen Oskar'ın ve gerçekte bir vampir olan Eli'nin, hayatlarındaki en enteresan günler yaklaşmaktadır.
İnsanların çocukluğu, Heidi masallarındaki gibi tozpembe değildir. Elbet herkes Oskar'ın yaşadıklarını ucundan veya kökünden yaşamıştır. Bu, aslında bir çocuğun cesaretini sevginin gücü ile kazanma hikayesi. Travis Bickle gibi yok olmanın eşiğinde, aynayla konuşup "Benimle mi konuşuyorsun ?" demiyor tabi ki. Ama benzer durumlar söz konusu. Bu sefer ayna yerine ağaca gider yapıyor Oskar. Elinde silah yerine bıçak var. Oskar'ın kavga sırasında hiçbirşey yapamayıp kaldığı sahnelerde aşırı sinirim bozuldu. Geçen sene aynı filmin Hollywood'unu izlerken de yaşamıştım. Belki de bu filmde tek yapmanız gereken, benim yaptığım gibi feci bir empati seansına girmek. Deneyin, sinirinizden ekranı yumruklayabilirsiniz.
Oskar'ın aşkı için yaptığı fedakarlıklar, yontulmamış kütük olan vampir Eli'yi hizaya sokuyor en sonunda. Onun yanında kokmamak için besleniyor (kan emiyor), onunla aynı dili konuşabilmek için Rubik Küpü'nü tamamlamayı öğreniyor. Geceleri konuşabilmek için mors alfabesini öğreniyorlar. Yine beslenme sonrasında temiz görünmek için yıkanmayı da öğreniyor Eli. Her ne kadar Oskar'ın büyük büyük annesi yaşında olsa bile.
Teknik detaylar öyle ahım şahım değil. Hollywood versiyonunda buna daha çok önem verildiğini düşünüyorum. Ama bazı yerlerde kullanılan film-noir gerilimi, direkt hikayeye sokabiliyor izleyeni. Uyarlamanın ne kadar muhteşem olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok, kitabını okumadım çünkü. Ama sinemasal açıdan kusursuz bir film niteliğinde. Ayrıca çok etkileyici sahnelerde çok etkileyici müzikler de kullanılmış. Yönetmen, seyirciyi hikayeye sokabilmek için elinden geleni yapıyor.
Fazlasıyla göz ardı edilen, 2008 yılının en iyi filmlerinden birisi. Son sahnede mors alfabesiyle yapılan konuşmadaki kelime "öpücük". Let Me In filminden idmanlıyım, biliyorum hep buraları ben :) Eğer ki hollywood yapımını da izlemek istiyorsanız, bence bulaşmayın. Çünkü hiçbir sahnenin hiçbirinden farkı yok. Finali de, başı da, sonu da, gelişmesi de hep aynı. Kodi Smit-McPhee (çok yeteneklidir, orası ayrı) adlı velet Kåre Hedebrant'a o kadar benziyor ki, bu kadar olur diyeceksiniz. Belki Chloe Moretz - Kodi Smit faktörü yüzünden izletebilir film. Ben 2010 yapımını önce izledim, 2008'i sonra. Sorun bende değil, tamamen Stephen King'in dolmuşuna bindim :)
Kısacası, günümüzün Blade, Twilight ve Underworld gibi vampir filmlerinden ötede bir film. Ve de asla bir vampir filmi değil. İronik bir durum aslında.
Önemli Uyarı: Söylemeden edemeyeceğim, zor film. İzlemesi, anlaması, takip etmesi ve sonundaki o mutlu hazzı yaşayan azınlıktan olmak gerçekten zor. Gidip ekşisözlük gibi geyik muhabbeti yapan nutellacıların karalamalarını okursanız, zaten çoktan bu filmi kafanızdan silmişsiniz demektir. Bu yüzden filmi izlemeden önce mümkünse bir süreliğine ekşisözlük, tarayıcınız tarafından bloke edilsin. Aksi takdirde "çok durgun film, bu da film mi be swh swh" demekten hiçbir şeyden zevk alamaz konuma gelirsiniz.
2008 yılı, her açıdan sinemanın düşüp kalktığı bir yıl oldu. Avrupa sineması, rakibi Hollywood'a nazaran galip geldi evet, hemde açık ara farkla. Ama arada sıkışıp kalan, çok şükür IMDB gibi popüler bir sitenin TOP 250 listesine girip insanların dikkatini çekmeyi başaran bir film de vardı. Gir Kanıma. The Telegraph gazetesinin dediği gibi "Twilight'ın olmak isteyip olamadığı durumu yapan bir film".
Her ne kadar attığım başlık Leon'u andırsa da bizlere, sevginin evrensel diline tekrar şahit oluyoruz bu film ile. Daha dün tekrar izlediğim The Terminator'de de buna benzer bir söz vardı. Telesekreter'in yaygınlaştığı yıllar olan 80'lerde bir nevi reklam amaçlı James Cameron bip sesinden önceki kullanıcı mesajında "Makinaları sevmeliyiz" diye bir mesaj veriyordu. Gerçi ilk filmde bu pek işine yaramadı Sarah Connor'ın ama...
Oskar ve belalıları. |
İnsanların çocukluğu, Heidi masallarındaki gibi tozpembe değildir. Elbet herkes Oskar'ın yaşadıklarını ucundan veya kökünden yaşamıştır. Bu, aslında bir çocuğun cesaretini sevginin gücü ile kazanma hikayesi. Travis Bickle gibi yok olmanın eşiğinde, aynayla konuşup "Benimle mi konuşuyorsun ?" demiyor tabi ki. Ama benzer durumlar söz konusu. Bu sefer ayna yerine ağaca gider yapıyor Oskar. Elinde silah yerine bıçak var. Oskar'ın kavga sırasında hiçbirşey yapamayıp kaldığı sahnelerde aşırı sinirim bozuldu. Geçen sene aynı filmin Hollywood'unu izlerken de yaşamıştım. Belki de bu filmde tek yapmanız gereken, benim yaptığım gibi feci bir empati seansına girmek. Deneyin, sinirinizden ekranı yumruklayabilirsiniz.
Oskar ve Eli. (Edwırt ve Bella'dan daha yetenekliler nedense) |
Teknik detaylar öyle ahım şahım değil. Hollywood versiyonunda buna daha çok önem verildiğini düşünüyorum. Ama bazı yerlerde kullanılan film-noir gerilimi, direkt hikayeye sokabiliyor izleyeni. Uyarlamanın ne kadar muhteşem olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok, kitabını okumadım çünkü. Ama sinemasal açıdan kusursuz bir film niteliğinde. Ayrıca çok etkileyici sahnelerde çok etkileyici müzikler de kullanılmış. Yönetmen, seyirciyi hikayeye sokabilmek için elinden geleni yapıyor.
Empire dergisinden aldıkları ödül. |
Kısacası, günümüzün Blade, Twilight ve Underworld gibi vampir filmlerinden ötede bir film. Ve de asla bir vampir filmi değil. İronik bir durum aslında.
Önemli Uyarı: Söylemeden edemeyeceğim, zor film. İzlemesi, anlaması, takip etmesi ve sonundaki o mutlu hazzı yaşayan azınlıktan olmak gerçekten zor. Gidip ekşisözlük gibi geyik muhabbeti yapan nutellacıların karalamalarını okursanız, zaten çoktan bu filmi kafanızdan silmişsiniz demektir. Bu yüzden filmi izlemeden önce mümkünse bir süreliğine ekşisözlük, tarayıcınız tarafından bloke edilsin. Aksi takdirde "çok durgun film, bu da film mi be swh swh" demekten hiçbir şeyden zevk alamaz konuma gelirsiniz.