Paris'teki Geceler..
Açık sözle başlamak istiyorum yazıma. Daha önce hiçbir Woody Allen filmi izlemedim ! Kimileri için küfür niteliğinde şu söylediklerim, çünkü usta belirli bir hayran kitlesine sahip dünyada. Kimileri için de zaten hiç önemli değil bu söylediğim. Romantik komedi diyince de aklıma ne yazık ki Woody Allen gelmiyor benim, Billy Wilder geliyor. Belki ben geri kafalıyım, ama ilkleri severim. İlk bilim-kurgu filmini de, ilk plot twist bulunan filmi de...
Madem açık sözlerle başladık yazımıza, devam edelim bakalım böyle. Ağır film bekliyordum, durgun, 2-3 sahnede mesaj kaygısı taşıyan, son sekansında filmi bağlayıp "ben başyapıt yaptım" edasında seyirciyle adeta billur geçen birşey olmasını. İnsanın başına ne gelirse meraktan değil, önyargıdan gelirmiş. Boşu boşuna germişim kendimi durduk yere. Öyle durmuş bir köşesinde arşivimin. Ama şunu da söylemekte fayda var, bu film bir 90 dk olsa gene izlenir. Hatta sabaha kadar Paris'i çekse yönetmen, gene izlenir. Senaryoda ciddi bir ustalık var. Hemde en ciddilerinden !
Senaryosu zaten beklendiği üzere tipik Woody Allen filmi zekasında. Annie Hall, Manhattan gibi kült romantik filmler çıkarmış birisinden zaten seviye olarak düşük birşey beklemiyordu kimse. Tabi korkular vardı, Vicky Cristina Barcelona gibi, You Will Meet a Tall Dark Stranger gibi vites küçülten bir proje gelebilirdi seyircinin karşısına. Ama Cannes'da çıktığı ilk gün öyle güzel tepkiler aldı ki, sanki üstat son yıllarda yaptığı tüm hataları telafi etmiş gibiydi. Aslında çok da umrunda değildi. Zaten yeterince kredisi olan birisi. Neyse ki böyle düşünen birisi de değil.
Marion ve Rachel arasında seçim yapmak isteyenlere... |
Owen Wilson'u beğenmeyen, hocasını da beğenmesin sıkıyorsa ! |
Çıldırtan bir güzelliğe sahipsin... (Replik değil bu) |
0 Yorum:
Yorum Gönder