12 Years A Slave

12 Years A Slave

İngiliz yönetmen Steve McQueen'den mühür niteliğinde bir film.

Blue is the Warmest Colour

Blue is the Warmest Colour

Abdellatif Kechiche'den 2013'ün en çarpıcı başyapıtı.

16 Aralık, 2013

Gravity (2013) Yerçekimi

Hanımlar, beyler. İşte, son yıllarda sinemanın başına gelen en büyük güzelliklerden, şaheserlerden birisi ile karşı karşıyayız. Gravity ! Kahrolsun bağzı şeyler dediğim sebeplerden dolayı Ekim 11'de sinemada izleme şansı edinemediğim, amma velakin DVDSCR gibi berbat bir formatta bu gün mecburen izlemek zorunda bulunduğum, buna rağmen görselliğine ve detaycılığına taptığım, alegorik ve metaforik incelemeleriyle daha filmin başından: "Galiba bu senenin Life of Pi'ı bu" dediğim Gravity, 90 dakikalık süresi içerisinde insanı yüzde yüz etkilemesini başarıyor. İster art house işlerden, isterseniz iğrenç Michael Bay filmlerinden hoşlanın. Bu film iki uç cenahı birleştirip "başyapıt nasıl yapılır" ın bitirme tezi gibi bir şey resmen.

Gravity'nin sinopsisi aslında üstün körü incelendiğinde çok basitmiş gibi duruyor. Zaten hikaye modu olağanüstü, diyaloglar olabildiğince yeterli ve yerinde olduğu için senaryo anlamında pek iyi bir kumaşa sahip değil. Kuş bakışı sinopsiye baktığımızda; Matt Kovalski ve Ryan Stone adındaki iki NASA astronotu, NASA'nın Dünya Yörüngesi'ndeki uydularından veya uzay istasyonlarından birisini tamir etmek için uzaydadır. CGI destekli olmasına rağmen uzun bir plan sekans ile sinema dersi verilen bu sahnede, birden gerilim dozajı yükselir. Ruslar, istemeden de olsa kendi uydularından birisini havaya uçurmuş ve uydunun parçaları Dünya'nın yörüngesinde dönmeye başlamıştır. İnanılmaz şiddetli bir hızda kısa bir süre sonra Kovalski, Stone ve Shariff'in üzerinde çalıştığı istasyona çarpar. Shariff ölür. Stone acemi bir bilim insanı edasında ne yapacağını bilemez, uzaya savrulur. Kovalski de geminin pilotu olarak kendisine hareket kabiliyeti sağlayan gazlar ile uzayda tutunmaya çalışır. Ve bu andan sonra tarihin belki de en muhteşem gerilim silsilesi seyircisini beklemektedir.


Alfonso Cuaron, oğlu Jonas ile kaleme aldığı bu "hikayede", %100 gerçekçi bir bilim-kurgu hikayesi anlatmış. Yani bilim-kurgu deyince insanların aklına gelen "çağımızın ilerisindeki olaylar" tamamıyla yok. Zaten türü bilmeyen insanlar illa bunun gelecekte, fütüristik bir zamanda geçeceğine inanmışlardır her zaman. Bilimin her nimetini sonuna kadar kullanmış olan Cuaron ikilisinin asıl anlatmak istediği uzay - din - dünya - yerçekimi ve insanoğlu. Aslında filmin asıl temaları bunlar. Tüm film bu 5 tema üzerinden şekilleniyor. Yani filmin bir dram veya bir bilim-kurgu olduğunu söylemek güç. Tam anlamıyla alt metin bilim-kurgusu bana göre. Bu yüzden de öncülleri Solyaris ve 2001: A Space Odyssey'e göz kırpıyor. Hatta Kubrick'in şaheserine daha fazla diyebilirim. Bu yüzden de Amerikan sinema eleştirmenleri, filmi yere göğe sığdıramadı. Haklılar da. 1968 den beri sinemaya bu kadar metaforik bir başyapıt uğramamıştı (bilim-kurgu türünde). Kubrick'in de insanoğlunun tüm yapı taşlarını incelediğini söyleyebiliriz o filmde. Sadece, uzayda olmayan galaksiler arası 4. 5. ve hatta 6. boyut kavramına giriş yapıp fizikçileri bile afallatmıştı. Kitabın yazarı bile inanamamıştı bu yapılanlara.


Gravity'nin sinemaya bahşettiği çok önemli bir özellik var. Bırakalım insanoğlu nedir, nasıl büyür, nasıl öğrenir kavramlarını. İşin ticari kısmına bakalım. Şimdi neredeyse sektörün tamamı CGI denen PC animasyonu destekli grafikleri gişe amaçlı kullanıyor. Ortaya da felaket derecede 3D ve görüntü yönetimleri çıkıyor. Ama izleniyor mu ? Deliler gibi. "Milyarlar" gibi. Cuaron'un Warner Bros. desteğiyle tamı tamına 100 milyon $ a mal ettiği filmin CGI teknolojisinin 90'larda icadından beri en iyi 10 işinden birisi diyebilirim. Artı bunu ana akım veya bir blockbuster film formuna sokmadan bunu yapabiliyor Cuaron. Ve diğer sinemacılara "aslında CGI, adam gibi kullanırsanız böyle olağanüstü bir nimet, entel kasıp da 100 bin $ lık sanat filmleriyle mastürbasyon yapmayın" diyor (demedi). Bu konuda geçen sene Life of Pi'da Claudio Miranda ne yaptıysa, Emmanuel Lubezki üstüne koyarak daha muhteşem bir CGI destekli görüntü yönetmenliği sergiliyor. Hem de 70mm lik IMAX kamerasıyla. İşin çetrefilli tarafı da burası zaten.

Steven Price'ın nokta atışı ve insanı gerim gerim geren, yer yer ajitasyona uğramadan duygulandıran müzikleri, ses departmanının olağanüstü mixing ve mastering çalışmaları ile her bir sahnedeki en ufak bir çıtırtının bile anlamı, yer yer din göndermeleri ile gerçekliği aslında filmin başında anlatan ve yer çekimsiz ortamda bile inançlarına sıkı sıkı bağlı olan yabancı astronotların sembollerini kadrajına 90 dakikalık süre içerisinde almayı başaran Cuaron'u, takdir edilesi oyunuyla (ve son sahnedeki yürümeyi öğrendiği sahne ile Cuaron ikilisinin anlatmaya çalıştığını geç anlamam ile) senenin en iyi performanslarından birisini sunan Sandra Bullock'u ile, Gravity; 2013 yılında izlediğim en iyi film konumunda. Ve büyük ihtimal de sinemada izlemediğim için kendimi dövmeye devam edeceğim (gibi görünüyor). Neredeyse tüm eleştirmen birlikleri tarafından saygıyla onore edilen ve bu alanda bir ilk olan (bilim-kurgu) Gravity, Oscar yarışında 12 Years A Slave ile kağıt üzerinde en güçlü rakip görünüyor. Ödül törenleri bir kenara, bu deneyimi yaşamamış olanlar Blu-Ray'i bekleyip filmi izlesinler. Sinemada izlemişler de yazıyı okuduktan sonra benimle dalga geçsinler. Hak ettim.


10/10

Peter O'Toole (Arabistanlı Lawrence) 1932-2013


Sinema dünyasının Arabistanlı Lawrence'ı; 60 yıllık kariyeri boyunca oynadığı 100'e yakın dizi ve film olan İrlandalı aktör Peter O'Toole, 14 Aralık 2013'te hayatını kaybetti ne yazık ki. Her zaman yaşlanan aktörlere yapıldığı gibi "onore" etme işlevlerini sektör sürekli sürdürdü onun üzerinde. Tam 8 Oscar'a aday olup bu alanda "en fazla aday olup hiç ödüle kavuşamayan" statüsünde bulunan O'Toole, blogumun logosuna da vesile olmuş bir karakteri, Anton Ego'yu seslendirmişti 2007 yapımı Ratatouille animasyonunda.


İşte 2003 yılında aldığı Oscar Onur Ödülü: