12 Years A Slave

12 Years A Slave

İngiliz yönetmen Steve McQueen'den mühür niteliğinde bir film.

Blue is the Warmest Colour

Blue is the Warmest Colour

Abdellatif Kechiche'den 2013'ün en çarpıcı başyapıtı.

10 Aralık, 2013

Sideways (2004)

Arada bir uğradığım ve uğradığımda da sanki yeniden canlanacakmış hissi uyandırdığım, kişisel sinema bloguma tekrar giriş yapmamı ve içine yazı yazmamı sağlayan bir film izledim az önce; Alexander Payne adlı muhteşem yönetmenin muhteşem başyapıtı Sideways. 2004 çıkışlı, mütevazi bir dram - komedi filmi. Sinopsisini aşağı yukarı bu yazıyı okuyanlar veya okuyacak olanlar tahmin ediyorlardır. Ama bahsedeyim. 

Miles ve Jack adında iki orta yaşlı biri burjuva biri de küçük burjuva - orta halli bir Amerikan vatandaşının, Jack'in düğününden önce 1 haftalığına, Miles'ın ustalığı olan şaraplar ile California'nın şarap kasabalarını adım adım gezintisini anlatıyor film. Miles; uzun süreli evliliği bitmiş, bitirmeye çalıştığı ve kurgusal anlamda hiç de ana akım olmayan bir kitap yazarak kitabın basılmasını yayın evinden beklemekte, yaşadığı zor olaylar sonrası asosyalliğe yüz tutmuş bir alkolik olmuş birisi. Jack ise Miles'ın antitezi. Evleneceği güne kadar felekten bir gece çalmayı ve tanıştığı kadınlarla yatmayı kafasına koymuş, vurdumduymaz bir burjuva. Alexander Payne, bu ikilinin samimi, sıcak, komik, içten ve dramatik hikayesini bizlere ustalıkla anlatmasını bilmiş vaziyette bir yönetmen, senarist.

Sideways, her insanın orta yaşlarında başına gelebilecek olası bir "evlilik sonrası yaşantıyı" konu alıyor. Ve bunun karşısına da filmin finalinde görebileceğimiz evlilik hikayesini koyuyor. Aslında filmin merkezine... Bu zıtlıklardan yola çıkarak Paul Giamatti'nin yücelttiği Miles karakterinin yanında yer alarak 2 saatlik samimi hikayeyi doyasıya izletiyor bizlere. Şarap kültürü olan, basit hatalar yüzünden evliliğinden olmuş, popüler olmayan bir kitap yazdığı için herhangi bir yayın evi tarafından basılmayan bir kitaba sahip, hep kaybeden olmuş bir adamın hayatındaki gelgitleriyle tekrar yükselmesini ve kendini bulmasını izletiyor bir nevi. Ve bunu yaparken de olabildiğince samimi, komik oluyor. 

2 ana karakter, 2 yan karakterin çerçevesinde ilerleyen filmin peak yaptığı fazlasıyla nokta var. Mesela ilk aklıma gelenler kitabının basılmadığını öğrenince şarap evindeki adamla kavga eden Miles'ın halleri. Jack'in burnu Stephanie tarafından kırıldığı için olaya kaza süsü vermeleri gerekirken otomatik vites arabayı ağaçtan teğet geçirtip tarlaya sürükledikleri sahne... Ve bir de şişman barmen kızın ucube kocasıyla seviştiği sırada Miles'ın Jack'in cüzdanını onların odasından almaya çalışması sahnesi... Tabi her zaman bir bütün olarak ele almak lazım ve zaten bu durumda film eşsiz bir başyapıta çevriliveriyor. Aksayan, sıkan, üzen, bıktıran hiçbir sahnesini ben bulamadım. Sanırım yaşamak ve yaşayacak olmak; olmadı empati yapmak, olayın içine giriş yapmak gerek. Bunu başardığınız zaman zaten 2000'ler sinemasının eşsiz örneklerinden birisini izleyeceksiniz, buna eminim.

Yaptığı karakter tahlilleriyle, sanki bize tattırıyorcasına karakterlerine içirttiği sayısız güzel şarapla, California'nın üzüm bağlarında seyircisini adım adım gezdirmesiyle ve en önemlisi Alexander Payne'in en iyi filmi olmasıyla (ve alamet-i farikalarını da bulundurmasıyla), bağımsız sinemanın en güçlü örneklerinden birisi Sideways. Paul Giamatti'nin muhteşem performansının hiçbir majör ödül töreni tarafından görülmemesi ve yok sayılması da manidar. Sinemadan ana akım melodramları bekleyenler için daha ilk yarısında pes edecekleri bir film olan Sideways, gerçekten sinemayı takip edenler için sımsıcak bir hikaye. 


10/10