12 Years A Slave

12 Years A Slave

İngiliz yönetmen Steve McQueen'den mühür niteliğinde bir film.

Blue is the Warmest Colour

Blue is the Warmest Colour

Abdellatif Kechiche'den 2013'ün en çarpıcı başyapıtı.

16 Ocak, 2013

Funny Games (1997)

Yeni dönem Avrupa sinemasının en etkileyici ve farklı sinema diliyle çok konuşulan isimlerinden birisi olan Michael Haneke'nin, "Duygusal Buzlaşma Üçlemesi'nden" sonra yarattığı, 10 yıl sonra Hollywood mecralarında bir yeniden çevrimini yaptığı, Haneke'yi takip eden kitlelerin çoğunluğu tarafından en iyi filmi olarak görülen Funny Games'i sonunda izleme fırsatına erişebildim. Cache ve Amour ile Haneke Sineması'nın tarzıyla yakından uzaktan bir bağ kurmuş olarak, daha doğrusu hazırlıklı olarak izledim. Haneke'nin, filmlerini tamamen seyircisi için yaptığı bilinir, ama bu filminde seyirci ile interaktif bir bağ kurup sanki kamera onun elindeymiş hissi uyandırıyor. İlk dakikasından sahte final diye adlandırabileceğimiz kritik sahnelerine kadar seyirciyi koltuğuna kilitliyor ve bu oyuna ortak ediyor Haneke.

Bu andan sonra okuyacağınız her bir satır, eserin içeriği hakkında "spoiler" içermektedir !

Avrupa burjuva toplumunun marjinal, onlara göre rahat ve bize göre rahatsız edici yaşantıları hakkında filmler çekip namlusunun ucuna burjuvaziyi koyan Haneke, bu sefer tatil için yazlıklarına giden çekirdek bir aileyi konu alıyor. Yine Georg ve Anna  ikilisini hikayenin başına yerleştiren Haneke, psikopat ve sadistik eğlenceleri bulunan iki genç adamı hikayenin kötü adamı konumuna yerleştiriyor. 4 yumurta alma amacıyla eve sızan ikili, aileye hayatlarının en acımasız tatillerinden birisini yaşatma amacı taşıyorlar. Klasik bir Hollywood slasher filmi hikayesini çok ötede bir yere taşıyıp harmanlayan Haneke, kendi favorisi Salò o le 120 giornate di Sodoma'dan sonra belki de sinemaya gelmiş en vahşi filmlerden birisine imza atıyor.

Klasik müzik dinleyerek ve sorular sorup cevaplayarak yazlıklarına ilerleyen ailenin evlerinin kapıları onlara ardına kadar açılıyor, hiçbir zorluk çıkarmadan. Haneke, hem seyirciyi, hem de aileyi daha filmin başında bu kapana kapatıyor. Ve ölümcül oyunların başlangıcı niteliğindeki yumurta metaforu, hikayenin ilk suçlu karakteri oluyor. Paul ve Peter, ailenin dış dünya ile bağlantısını kesiyor, köpeklerini öldürüyor, silah niteliği taşıyan tüm tehlikeleri bir bir ele geçiriyor. Artık ölümcül oyunların başlama sırası. Davet edilmeden, rahatça girdiğimiz bu kapanın içinde, yine davet edilmeden bir oyun oynamak zorunda bırakılıyoruz. 

Haneke, hikaye gittikçe nahoş bir hal aldığında kötü karakteri Paul vasıtasıyla seyirciye "onların tarafındasınız, değil mi ?" sorusunu yönlendiriyor. Haneke'nin seyircisi ile ikinci defa iletişime geçtiği bir sahne bu. Bu andan sonra tarafını belli etmiş, rahat koltuğunda filmi izliyormuş edasındaki seyirciyi o koltuğa hem mıhlıyor, hem de işkence ediyor Haneke. Aynı Paul karakterinin de dediği gibi, "bu oyunu oynamadan hiçbir yere gitmek yok". Filmin adı da bu yüzden "Funny Games" aslında. Haneke, bunu yaparken oldukça eğleniyor. Paul ve Peter'ı tamamen bir taşeronmuşçasına kullanıyor aslında.

Hikayenin kötü adamları sadece bu Peter ve Paul ikilisi değil elbet. Haneke, yine Paul karakteri aracılığıyla tarafsız kamerasını sahnelerin birinde seyirciye çevirip, davet bile etmediği hikayenin suçlusu olarak ilan ediyor. Georg karakteri, seyirciye bu şiddeti durdurması için yalvarıyor. Haneke, filmin sadece kopma noktasında seyirciye çıkış şansı tanıyor. Çünkü filmin direksiyonu, son yarım saatlik sürede tarifi imkansız bir vahşete doğru çevriliyor. Seyirci ile 3. temasını kurduğu bu sahne, hikayenin en kritik noktalarından birisi oluveriyor.

Ailenin küçük oğulları iki psikopatın elinden kaçıp yardım çağırmak için komşu villaların birisine doğru kaçıyor. Bu sekansta Haneke, seyircinin istediği "mutlu sonun hazırlığını" yapıyor. Bu oyunun her bir noktasını ince eleyip sık dokumuş Paul, Haneke'nin seyircisine verdiği bu toleransı yok ederek çocuğu yakalıyor. Yani Haneke, sağ gösterip sol vurmuş oluyor bir anlamda.

Oyunu kuralına göre oynayamayan aile, çaresizliğin içinde bir kaos ortamı yaratıyor ve çocuklarının ölümlerine sebep oluyor. Paul ve Peter'a göre, oyunu sürdürmek fazlasıyla anlamsız bir hal alıyor ve oradan uzaklaşıyorlar. Yaklaşık 10 dakikalık bir plan sekansta Georg ve Anna, üzerilerinden geçen bu tarifi imkansız yükü boşaltmaya, sakinleşmeye çalışıyorlar. Haneke'nin ikinci toleransı: Seyircinin istediği, "kurbanlar kurtulsun, iyileşsin, caniler yakalansın" senaryosu süregeliyor. Bu sekansta Haneke, burjuvazinin dış dünya ile ne kadar alakasız, kendi içlerinde ne kadar kör cahil olduklarının mesajını veriyor bir nevi. Polisi aramak yerine en yakın komşusundan telefonla yardım isteyen, suya düşüp ıslanan telefonu fön makinesiyle kurutmaya çalışan bir güruhtan... Haneke, bu toleransı da dalga geçermişçesine seyircinin elinden alıveriyor ve yarım kalmış oyununa devam ediyor.

Bu andan sonra seyirciyi "bitse de kurtulsak" moduna sokan Haneke, başından beri hikayenin suçlusu olarak gördüğü bu izleyiciyi belki de kendilerinin bile inanamayacakları bir psikolojik ruh haline sokuyor: "Georg ve Anna ölürse, kurtuluruz". Bu andan sonra istediğini büyük ölçüde alan Haneke, bir son dakika süprizi bekleyen seyircisi ile dalgasını geçmeyi ihmal etmiyor. Gemide unutulan bıçağı, yoldan geçen meçhul arabayı... Son dakika ümitlerini de aynı Anna gibi suya düşürüyor. Ve işin en kötü tarafı da, hikayenin sonunda bu işi rutine bağlamış psikopat Paul karakterini başka bir yazlıkçıdan yumurta isterken gösteriyor bizlere. Tüm sinir sistemini alt üst ederek, tüm zamanların en rahatsız edici başyapıtını çıkararak perdeden grotesk bir metal müzik ile ayrılıyor.

Haneke Sineması hakkında yazılan farklı farklı tezler, makaleler, incelemeler karşısında yönetmen, bir röpörtajında bunları sadece şaşkınlık ve saçmalık olarak gözlemlediğini söylüyor. Aynı Kubrick gibi, bir filmin kesin bir okumasının olmadığının mesajını veriyor dolaylı yoldan. Herkesin bir filmden alacağı mesaj, alt metin, ana fikir veya sonuç farklılık gösterebiliyor. Böylesine bir film için de birden fazla okuma yapılabildiği için nacizane ben de fikir beyanında bulundum diyebilirim. Teknik detayları, oyuncuları veya yönetmenin kendisini anlatmak yerine, 100 dakikalık hikayede yatan sayısız anlamın sadece bir bölümünü yansıtmak istedim. Filmi izlemiş olup kafasında "hala" soru işareti bulunduranlar için destek, "Haneke Sineması" hakkında bilindik yanlışlıkları düzeltip doğrulamak içinse "tavsiye" yazısı olsun o zaman bu.
9/10