12 Years A Slave

12 Years A Slave

İngiliz yönetmen Steve McQueen'den mühür niteliğinde bir film.

Blue is the Warmest Colour

Blue is the Warmest Colour

Abdellatif Kechiche'den 2013'ün en çarpıcı başyapıtı.

12 Ocak, 2013

No (2012)

Pablo Larrain, 21. yy Şili sinemasının genç ve yetenekli yönetmenlerinden birisi. Festivalden festivale koşturarak CV'sini gayet kabartmış, filmlerini tüm dünya festival izleyicilerine gösterebilmiş bir yetenek. Evet, bu başlı başına bir yetenek. No filmi ile, bu sefer daha derin ve politik sularda yüzmeyi tercih ediyor Larrain. Biraz zorlu, biraz çetrefilli, ama sonuca varıldığında ödülü büyük yollardan. Ve bu son filmi No ile, politik kara mizah türünün modern klasiklerinden birisini yaratmış diyebilirim. Hatta ve hatta, Das Leben Anderen’den beri sinemasal dili bu kadar güçlü bir satirik film izlememiştik, iddialıyım.

Dillere destan olmuş ünlü Şili diktatörü Augusto Pinochet, bir gün karar verir ve kendi diktatörlüğünü referanduma götürme kararı alır. Bu halk oylamasında eğer Pinochet iktidarının devam etmesi isteniyorsa halk evet diyecek, diğer taraf hayır diyecektir. Tabi bu telkinleri halka enjekte edebilmek için iyi bir reklam kampanyasına ihtiyaç vardır, her üçüncü dünya ülkesinde olduğu gibi (bkz. Türkiye). Hayır diyen cenah, Şili’nin genç ve yetenekli reklamcısı René Saavedra ile anlaşır. Trajikomik tarafı da, kendi ajansının patronu evetçiler ile anlaşmıştır. René’nin zekice reklam kampanyası ve fazlasıyla batı desteği ile (ki bu desteği film tiye alarak göstermiş) Pinochet iktidarına son verilir ve ciddi bir fark ile hayır diyen kitle galip gelir.

Tarz ve yapı olarak yer yer “mockumentary” tarzına göz kırpmayı tercih eden No, bunu biraz da aktüel kamerası ve değişik sinematografisine borçlu. Olayları normal gidişatındaymış gibi gösteren ve sanki bir kameramanın zaman makinesine binip, geçmişe gidip, olaylara tanık olmuş ve filmleştirmiş bir yapısı var. Tabi bu sahte belgesel temasının içerisinde de belki de salona girenlerin beklemediği seviyede bir kara mizah seviyesi var. Uzun bir dönem Şili’nin “hakkını vermiş” Pinochet’in reklam kampanyalarından şiir okuyan bir kızın hüngür hüngür ağlamasına, No kampanyasının logosunun eşcinsellerin sembolüne benzemesine kadar günümüzde hatırlanıp ağız dolusu güldürecek fazlasıyla detayı ustaca kullanmasını bilmiş Larrain.

Şili’nin yakın tarihi ile yüzleşmesi, aslında filmi izleyenlere bir nevi mevcut diktatörlüğümüzü de anımsatabilir. Keyfi tutuklamalar, medyanın susturulması, hiçbir anlamı olmayan diziler ile halkın uyutulması, halkı selamlayan sözde demokrat bir lider… No filmini izlerken çoğu yerde kendi ülkemin haline göre kıyaslamalar yaptım ve hiçbirinde de çelişkiye düşmedim, ne yazık ki. Aslında 60’ların başında başlayıp uzun bir süre devam eden bizim ülkemizdeki olayların bir başka versiyonu Şili’deki bu uzun dikta rejimi. Nedense bu gezegenin neresinden bir üçüncü dünya ülkesi çekerseniz çekin, aşağı yukarı aynı sonuçlar ile karşılaşmanız hiçten değil. No’yu izlerken fazlasıyla “iç çekenler” hakkında düzgün sözler söylenebilir ama “bakın bizde ileri demokrasi var, yazık bu Şilililere” diyenler için tıbbi destek bile yetersiz gelebilir.

No, Das Leben Anderen gibi “yer yer” batıcı ve emperyalist bir tutum sergilemeden ülkesinin yakın tarihine ışık tutuyor. Final sahnesinde bile “acaba biz doğruyu mu yaptık” düşüncesini düşündürtüyor. Sonuçta bu No kampanyasının en büyük destekçileri, Amerika Birleşik Devletleri (dünyanın en saçma kafiyesi). Şaşalı, abartılı bir zafer öyküsü yerine naif, yerinde bir hikaye anlatmayı tercih eden No, başta Pablo Larrain ve senarist Pedro Peirano olmak üzere, Gael Garcia Bernal ve tüm oyuncu kadrosunun kusursuza yakın performansı ile süslenmiş, çok iyi bir film. Amores Perros ve Babel ile oluşmuş Gael Garcia izleyicileri de istediğini fazlasıyla alacaklardır, buna eminim.
9/10

Lincoln (2012)

Amerikan sinemasının tarihindeki belki de en iyi 25 yönetmenden birisi olan ve 90'lı yıllarda onur ödüllerini bir bir toplayan; 1999 Oscarlarında ayakta alkışlanan ve bunlara rağmen sektörün içinde olmayı reddetmemiş bir sinemacı olan Steven Spielberg'ün son filmi, Lincoln. Son yıllarda kariyerinin büyük bir bölümünü blockbuster filmlerden para kazanmaya harcayan Spielberg, çok geç olmadan yeteneklerini heba etmemeyi tercih etmiş anlaşılan. Uzun bir süredir Oscar yarışının içinde aktif olarak görünmeyen efsanenin, Saving Private Ryan sonrası en büyük ayak sesleri diye tanımlayabiliriz aslında Lincoln'ü. 

Steven Spielberg'ün filmlerindeki "yönetmen sinemasının" farklılığı, çoğu kişiye bir eksiklik olarak görünse de Spielberg'ün bu konuda farklı bir kadraj anlayışı var. Çoğu zaman hikaye anlatıcısı rolünde ilahi bakış açısını kullanan yönetmen, hiçbir şekilde filmin teknik detaylarının ve metninin egoist bir biçimde önüne geçmek istemez. Bu yüzden de filmleri iyi bir anlatıma ve akıcı bir kurguya sahip olur. Bunda artık 35 yıldır el ele kol kola çalıştığı kurgucusunun, bestecisinin, görüntü yönetmeninin ve yapımcılarının payı çok büyüktür.

Spielberg, yine anlatıcı rolünü tercih etse de, bu sefer hiç sürükleyici bir film çekmeyi tercih etmiyor. Tony Kushner'ın belki de 2012'nin en iyi senaryosunu yazdığı filmde; Amerika'nın efsane başkanı Abraham Lincoln'ün, zorlu bir iç savaş döneminde anayasaya zencilere insanlık hakkı tanıyan ve köleliği tamamen ortadan kaldıran 13. ek maddeyi ekleme kampanyasını anlatıyor. Bu sayede, hem kuzey-güney arasındaki bu anlamsız savaş son bulacak, hem de 2. sınıf insan muamelesi gören zenci kölelerin hukuk önünde eşit yargılanması sağlanacak. Lincoln'ün başkanlık hayatı boyunca uğraştığı tek büyük projesi olan bu özgürlük mücadelesi, birçok siyasi entrikanın, kibrin ve tarifi imkansız berbat bir savaşın içinde geçiyor. 

Lincoln'ün sadece belirli bir dönemine ışık tutan senaryosu, Angels in America mini dizisiyle ve Broadway'den sayısız oyunla tanıdığımız üstat Tony Kushner'a ait. Fazlasıyla diyaloğu ve alt metni bünyesinde bulunduran zengin metin, Spielberg'ün iyi hikaye anlatıcılığı sayesinde fazlasıyla parıldıyor. Filmin diğer Spielberg filmlerinden daha ağır başlı ve dört başı mamur bir anlatım takınmasının tek sebebi de, belki de Spielberg'ün hayat boyu projesi olarak görebileceğimiz, Amerika'nın kahramanı olarak görülen Lincoln'e yönetmenin tamamen bu kadar yoğunlaşmasından ötürü. Yani çoğu Spielberg hayranının filmin ortalarında hikayeyi beğenmeyip filmi izlemekten pişmanlık duyması, dünyanın dört bir yanından gelecek olası alametler.

Time tarafından "yaşayan en iyi aktör" olarak gösterilen Daniel Day-Lewis'in, bazen teatral bir biçimde parıldadığı, bazen naif çıkışları ile göz kamaştırdığı performansı, uzun süre sinemada göremeyeceğimiz kadar olağanüstü. Bunun yanında Tommy Lee Jones ve Sally Field'ın yardımcı rollerdeki performansları, bu üçlünün senenin en iyi performans filmlerinden birisinin temelini attığını da söyleyebilirim. Bunun dışında David Strathairn, Hal Holbrook, John Hawkes, Jared Harris ve kritik bir role sahip olduğunu düşündüğüm David Costabile'in performansları da fazlasıyla kayda değer. Joseph Gordon Lewitt, bir sene içinde birden fazla filmde rol aldığı için karakteri es geçilmiş ve performansı da ona paralel ilerliyor.

Oscar sezonunda harika bir performans sergileyen film, 2013 Oscarları'nda da 12 dalda aday gösterildi. Yakın zamanda da DGA, PGA, WGA, BAFTA ve birçok önemli ödül töreninin ve birliğin takdirini kazanarak Şubat sonunda boy gösterecek. War Horse filmi ile bence sinemasının en "underrated" filmini çekmiş Spielberg'ün, kimilerine göre geri dönüşü, kimilerine göre son zamanlardaki en iyi filmi. Hayranlıkla izlediğim ve beni sinemaya aşık eden Spielberg'ü tekrar bu denli harika bir filmle görebilmek çok iyi geldi açıkçası.

Kısacası Lincoln, ucuz Amerikan Milliyetçiliği kurnazlıklarına takılmadan, şovenist ve faşizan duygular ile Lincoln'ü yüceltmeye çalışmadan; özgürlük, hür irade, savaş, kölelik ve en önemlisi demokrasi hakkında fazlasıyla akılda kalıcı dersler veriyor. Günümüzün Cumhuriyetçi Amerikan siyasetçilerine bakacak olursak, hatta genel olarak o kokuşmuş ülkenin kokuşmuş siyasetine bakacak olursak, siyasetin ne demek olduğu hakkında iyi bir öğreti oluveriyor onlar için bu film. Senenin en iyi filmlerinden...

10/10